GÖZLEM: Karayipler'de Kayıp bir Ülke: Haiti
Yazar Osman Sağırlı
Haiti’de halk öylesine aç, öylesine sefalet içinde ki, insanın içi sızlıyor. Sekiz milyon nüfuslu ülkenin yarısını barındıran başkent Port-au-Prince’te adım başı bir el para istemek için önümüze uzanıyor.İHH’nın Ramazan programı için İspanya ve Küba aktarmalı 15 bin kilometrelik bir yolculuğun ardından Haiti’nin başkenti Port-au-Prince’e sağ salim adım atıyoruz. Ortalık kasırganın tesiri ile toz duman. Şakır şakır yağmur yağıyor. Taksiyle şehrin içinde ilerlerken yol boyu yalınayak ve başında yük taşıyan insanlar göze çarpıyor. Öyle sokaklardan geçiyoruz ki burnumuzun direği sızlıyor.
İftarı yanımızdaki birkaç abur cuburla geçiştirdikten sonra sahur için yiyecek bir şeyimiz olmadığından ve otel görevlisinin “Yabancıları kaçırıyorlar, dışarıya çıkmanızı tavsiye etmem!” ikazını diğer müşteriler de desteklediğinden sahuru da su ile yapıyoruz. Sabahleyin otele gelen İHH’nın Haiti’deki partner kuruluşundan Yusuf ve Abu Jamman’la birlikte dışarıya çıkıyoruz.
İnsanlar “açım” diyerek yanınıza geliyor“Mister, bos, mösyö” diye el açıp yalvaran kadın ve çocukların arasından sıyrılıp bir arabaya el ediyoruz. Taksici bizi görünce diğer iki müşteriyi araçtan indiriyor. Bu durum hoşumuza gitmese de arabaya binmek zorunda kalıyoruz. Önce Fatihan Mescidi’ne gidiyoruz. İçerideki tanışma faslının ardından ihtiyaç tespiti başlıyor. Mescide bir miktar yardım ve sonraki akşam gerçekleşecek olan iftar için de para bırakıyoruz. İmam, birlikte iftar yapabilmemiz için tüm cemaate haber verecek. Kapıdan çıktığımız sırada abdest almakta olan gençlerden biri yanımıza gelip dilini ve karnını göstererek aç olduğunu ima ediyor, bu durumda olan o kadar çok insan var ki…
İftara az bir zaman kala Abu Jamman’ın imamlık yaptığı mescide gidiyoruz. Bindiğimiz taksi bir caddede bizi bırakıyor. Abu Jamman, “Taksiler gece ara sokaklara girmezler. Çantalarınıza sahip çıkın, biraz yürüyeceğiz.” diyerek zifiri karanlık bir sokağa dalıyor. Yolda sürekli konuşarak kendisini takip etmemizi kolaylaştırıyor. Kâh çukurlara kâh sulara girerek bir evin önüne geliyoruz. İçeriden “Amiiiinnn” diyen cemaatin sesi duyuluyor. Port-au-Prince’te hiçbir evde elektrik yok; bu evde de…
Kasırga sebebiyle su alan mescidin bir köşesinde oturup buradaki gençleri dinliyoruz. “Bize kitap gönderin. Zor şartlar altında yaşıyoruz, bizi yalnız bırakmayın!” diyerek taleplerini dile getiriyorlar. Buradaki gençlerin kitap masrafları ve eğitimleri için bir miktar para bırakıyoruz. “Parayı diğer mescitlere verin!”Odaya mis gibi bir çorba kokusu yayılıyor. Bu arada birileri sürekli “Selamün aleyküm!” deyip elimizi sıkıyor. Afrika kökenli kölelerin torunları olan bu kardeşlerimizin yüzlerini gece karanlığında seçmek pek mümkün olmuyor. Etraftaki hazırlıkları flaşın ışığı ile an be an takip ediyorum. Mum ışığında çorba doldurulan tabaklar yere, cemaat de etrafına diziliyor. İftar yemeğinin başlaması ile bitmesi arasındaki zaman üç dakika. Ardından namazlar kılınıyor. Boşa vakit geçiren yok. İyi derecede İngilizce bilen bir genç, Miami’de nasıl Müslüman olduğunu uzun uzun anlatıyor. Abu Jamman, cemaati toplayıp bizim Türkiye’den geldiğimizi, Ramazan’ı burada Müslümanlarla birlikte yaşamak istediğimizi anlatıyor.
İHH ekibinden Ahmet Faruk Bey ile birlikte, İHH’nın kendilerinin her türlü taleplerini karşılamaya hazır olduğunu söyleyip bir miktar para vermek istiyoruz. Ancak Abu Jamman parayı almak istemiyor. Yardım dağıtma teklifimize ise, “Diğer kardeşlerimizin durumu daha kötü. Beş mescit daha var, oralara gidelim.” diye yanıt vererek büyük bir erdem gösteriyor. Gecenin sonunda otele doğru yol alırken Jamman’ın 18 yıl Belçika’da kaldığını ve ekonomi eğitimi aldığını öğreniyoruz. 1991’de Müslüman olduktan sonra ülkesi Haiti’ye İslami eğitim vermek üzere döndüğünü, bu sebeple eşinin, sonradan biri Müslüman olan üç çocuğunu da alarak kendisinden boşandığını anlatıyor.
Sokaklar öyle bakımsız ve kirli ki, yürümek neredeyse imkânsız. Çöp yığınlarının binaların boyunu aştığı şehirde domuzların çokluğu dikkatimizi çekiyor. Halk öylesine aç, öylesine sefalet içinde ki, insanın içi sızlıyor. Sekiz milyon nüfuslu ülkenin yarısını barındıran başkent Port-au-Prince’te adım başı bir el para istemek için önümüze uzanıyor.
Jupiter Müslüman oldu!Ertesi gün bir araç kiralayarak önce Nur Mescidi’ne, ardından da Cite Soleil Mescidi’ne gidiyoruz. Kasırga sebebiyle su alan mescidin bir köşesinde oturup buradaki gençleri dinliyoruz. “Bize kitap gönderin. Zor şartlar altında yaşıyoruz, bizi yalnız bırakmayın!” diyerek taleplerini dile getiriyorlar. Buradaki gençlerin kitap masrafları ve eğitimleri için bir miktar para bırakıyoruz.
Akşama doğru ise Fatihan Mescidi’ndeki iftara yetişmek için yola çıkıyoruz. Yolda Haitili arkadaşımız Abdulhakim’i beklememiz gerekiyor. Bu bekleyişe sinirlenen taksi şoförümüz Jupiter’i esprilerle yumuşatma çabasına giriyoruz ve ona “Selamün aleyküm” diyoruz, “Selamün aleyküm mösyö.” diye karşılık veriyor. “Yok, sen aleyküm selam diyeceksin. Bak bugün iyi kazandın, elhamdülillah de.” diyoruz. Sonra Jupiter’e Müslüman olmak isteyip istemeyeceğini soruyoruz. Önce gülüyor, sonra da “Tamam oldum.” deyiveriyor…
Abdulhakim yanımıza gelince ona durumu anlatıyoruz, önce o da inanamıyor, sonra “İftara gelsin, orada şahadet getirsin, cemaat de duysun.” deyip onu da davet ediyor. İftar vaktinin gelmesiyle birlikte Pakistanlı askerlerin yaptırdığı caminin avlusunda Abdulâlî önce ezan okuyor, ardından dışarıdaki cemaati de içeri aldıktan sonra kapıları güvenlik amacıyla kilitliyor. Namaza dururken arka safta yerini almış olan Jupiter’le göz göze geliyoruz; yüzü gülüyor.
İmam Abdulâlî, namaz sonrasında cemaati halka şeklinde toplayıp Jupiter’e Kelime-i Şahadet getirmesi için yardımcı oluyor. Ardından cemaate dönüp “Ömer kardeşiniz size emanet.” deyiveriyor.
İHH’nın hazırladığı iftar sofrasından ayrılırken cami önünde toplananlar, “Allah give you berakat”, Ömer ise “Selamün aleyküm” diyerek bizleri uğurluyor.
Ve veda vakti gelip çatıyor. Havalimanından ayrılırken Karayipler’in ortasında yer alan bu ülkenin insanlarının kendilerine yardım elini uzatanları asla unutmayacağını düşünüyorum.