Dünyanın en hızlı adamlarının zihninden neler geçiyor? Maruz kaldıkları inanılmaz baskıyla nasıl başa çıkıyorlar? Kendilerine ne kadar
güveniyorlar? Gelin, birlikte F1 pilotunun zihninin içine girelim...
Öncelikle, Formula 1 seviyesine ulaşabilen pilotların, karakterlerinin en önemli özellikleri arasında son derce rekabetçi insanlar olmaları yer alır. İstisnai örnekler dışında, pilotlar 5-6 yaşlarından itibaren, sürekli bir rekabet ortamı içerisinde yetişirler. Aslında farkında olmasak da, iş dünyasında çalışan veya üniversitede okuyan herkes bir rekabetin içine giriyor. Ancak burada çok farklı bir seviyeden bahsediyoruz..
Pilotları saniyenin binde dilimlerine göre değerlendirip “bu hızlı, bu yavaş” demek her zaman, hepimizin yaptığı bir şey. Ama unuttuğumuz bir nokta var. Bir insanın göz kırpma süresi 0.2-0.4 saniye arasında sürüyor. Yani bizim, ortalama 5 kilometrelik bir pistte takım arkadaşına 0.3 saniye yavaş kaldığı için beğenmediğimiz ya da eleştirdiğimiz pilot, bir göz kırpma süresi kadar geride kalıyor sadece.
Çoğu zaman, kendine ve otomobiline tamamen güvenen, takımından memnun olan, psikolojik açıdan rahat olan bir pilot, otomobildeki güncellenmiş parçalardan daha fazla zaman kazanabilir. Pilotun kendine güvenmesi, belki de en önemli silahtır. Pilot kendine güvendikçe daha başarılı olur ve kazanır. Kazandıkça daha çok kendine güvenir.
Ne gariptir ki, F1 pilotlarının büyük çoğunluğu, doğru zamanda doğru otomobilde yarışabilirlerse Dünya Şampiyonu olabileceğine yürekten inanır. Sonuçta onlar, gerçek anlamda binlerce profesyonel otomobil yarışçısının içinden elenerek, 10-20 yıl arası bir yarış kariyerinde alt serilerde pek çok yarış (veya şampiyonluk) kazanarak bu noktaya gelmişlerdir. İşte belki de bu başarılar, onların aynı zamanda F1 pilotu değil, F1’in de en iyi pilotu olabileceğine inanmalarını sağlar.
Pilotlar aynı zamanda acımasız olmak zorundadırlar. Kaskını takan pilot, adeta bambaşka bir kimliğe bürünür. Önündeki arenaya çıkıp, tribündeki on binler, ekran başındaki milyonların önünde diğerlerini yenmek zorundadır. Aslında onlar 'modern çağın gladyatörleri'dir. Atak yapma moduna geçtiklerinde, kendileri bir avcıya, önlerindeki otomobil ise ava dönüşür. Kaza yaptıklarını görmek, bazı seyircileri heyecanlandırır, hatta onlara vahşice bir zevk verir. Milyar dolarlık bir sanayinin her saniyesi canlı yayınlanan sahnesinde, çok büyük bir psikolojik baskı altında başarılı olmak için belki de acımasız olmaktan başka bir çare yoktur.
Onun için 2004 Amerika GP’sindeki örnekte olduğu gibi, bazen pistte kaza yapmış kardeşlerine bile aldırmazlar. Veya bir gece evvel vefat eden annelerinin acısını içine gömüp, çıkıp yarış kazanacak kadar iyi gidebilirler. Önemli olan yarışı bitirmek, diğerlerini mağlup etmek ve kazanmaktır. Kazanma duygusu her şeyin önüne geçer. (
Schumacher'den bahsediyor ) Gerçekte pilotların en büyük motivasyon kaynağı budur: Kazanmak ve en iyisi olabilmek. Her sene onlarca milyon dolar değerinde anlaşmalara imza atsalar da, yıllar boyunca bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjiyle yarışmalarını sağlayan budur.
Unutmayın, F1 camiasının hafızası, balık hafızası gibidir. Sadece son yarış, en fazla son birkaç ayki performansınız hatırlanır. Geçen sene, çoktan geride kalmıştır. Onun için sadece iyi olmak yetmez, aynı zamanda istikrarlı olmak gerekir. Yoksa çocuk yaşlardan beri uğraştıktan sonra, 2009 Grosjean örneğinde olduğu gibi, tam F1’e ulaştım derken bir anda üstünüz çiziliverir. Kimse sizi hatırlamaz, hatta adınız bile anılmaz. Sadece en iyilerin yaşadığı bu vahşi dünyada, hayatta kalmak, hafızalarda kalmak gerçekten çok zordur. Adeta köpekbalıklarıyla dolu bir havuzda yüzdüklerinden, hayatta kalmak için en azından kendilerini savunmaları gerekir.
Herkesin korkusuz sandığı pilotlar, aslında sadece korkularını kontrol altında tutarlar. Bir miktar korku, onların kendilerine zarar verebilecekleri limitleri aşmamalarını sağlar. Her zaman büyük bir kazanın yaşanabileceğini, yaralanıp ölebileceklerini bilirler. Ama içten içe, sıradaki büyük kazanın mutlaka bir başkasının başına geleceğini düşünürler.
Duygularını belli etmek, halk tabiriyle “iyi çocuk” olmak onları zayıf gösterir. Pistteyken her zaman sert adam olmak zorundadırlar. Öte yandan, özellikle medya karşısında kendilerine biçilen rolü oynarlar. Tamamen başka şeyler düşünseler de çok uluslu sponsorların, takımın hoşuna gidecek cevapları verirler. En büyük rakipleri ve en çok yenmek istedikleri pilot, takım arkadaşları olsa da, aralarında kusursuz bir ilişki varmış gibi davranırlar.
İşte tüm bu psikolojik mücadeleyle en iyi başa çıkabilen pilotlar, büyük pilotlardır. Dünya şampiyonu olabilenlerdir. Senna gibi, Prost gibi, Schumacher gibi büyük pilotlar, zihinsel güçleri sayesinde, diğerlerinin hayal edemeyecekleri işleri başaran büyük sporculardır. Büyük pilotlar, yetenekleri sayesinde, yarış içinde zihinsel kapasitelerinin tamamını otomobili kullanmaya ayırmadan; diğerlerinin ne yaptığına, stratejiye, zaman hesaplamalarına bakabilen, tur zamanlarını aklında tutabilen, bir yandan 260 km/s ile viraj dönerken bir yandan telsizle konuşabilen pilotlardır.
Kısacası onların işi sadece direksiyon sallamak değildir. Onlar, zihinsel anlamda da en kuvvetli sporcular arasındadır. Yani F1 pilotu olmak, çok ama çok zordur…
Mesela schumi'nin sürüşü hakkında bilgi veriyim.Araç sürerken Telsizle konuşmayı bırak her virajda aracın fren dengesini ayarlıyor. Birini geçeceği zaman bunu her pilot yapıyor yakıt karışımını değiştiriyorlar.Şimdi ise f-kanal dedikleri bir sistem var bunu kullanabilmek için ellerini veya ayaklarını kullanmak zorunda kalıyorlar.Yani kısacası biz arabada giderken radyo acacaz diye kaza yaparken adamlar o kadar yüksek hızda neler yapıyor